Nefes Alma ve Sağlığımız – Cheryl Valk

Başlangıç olarak, nasıl nefes alındığını ve oksijenin bedeninizdeki her hücreyi nasıl etkilediğini anlamak gerekir. Nefes alma iki yönlü denetimi olan dokuz kas grubundan yalnızca birinin kulanımını gerektirir. Buradaki iki yönlü denetim, bu seçkin kas gruplarının somatik sistem tarafından hem bilinçli olarak ve hem de otonomik sistem tarafından bilinçdışı olarak denetlenmesi anlamında kullanılmıştır. Nefes almak için kullanılan kas grupları diyafram ve interkostal (kaburgalar arasındaki kaslar) kasları kapsar. Geri kalan sekiz kas grubu, göz kırpmak, çiğnemek, yutmak, denetimi elimine etmek ve el ve ayakları hareket ettirme işlemlerini yerine getirmemizi sağlar. İki yönlü denetimi olan diğer sekiz kas grubu tarafından denetlenen işlemler ile karşılaştırıldığıda, her hücrenin işlevini ve tüm bedenin fizyolojisini etkilediği için nefes alma eşşiz bir süreçtir. Diğer iki yönlü denetimi olan sekiz kas grubu ve bunların oluşturduğu süreçlerin beden üzerinde çok daha sınırlı etkileri vardır.

Nefes almayı isteyerek denetim altına alma becerisine net bir şekilde gereksinim vardır. Yüzerken nefesinizi tutma yeteniğine sahip olmadığınızı veya çok kötü bir kokuyla karşı karşıya kaldığınızı hayal edin. Oysa ki, çoğu zaman nefes almayı düşünmeden soluk alırız. Bilincimizi işin içine katmadan nefes aldığımız zaman, işlem otonomik sinir sistemi tarafından yönetilir. Bu otonomik sinir sisteminin her ikisi de birbiriyle denge içinde çalışan sempatik ve parasempatik alt sistemleri vardır. Sempatik sinir sistemi “dövüş veya kaç” gibi etkinlık durumları ile, parasempatik sinir sistemi ise istirahat hali ile ilgilidir.

Pek çok insan bilinçleri işe karışmadan dakikada 15 kez nefes alıp verir. Bu nefes alma hızında otonomik sinir sistemi “dövüş veya kaç” durumu algılar, tüm bedenin fizyolojik işlevlerini baskılar. Çok sık ve fazla derinliği olmayan nefes almak diyaframın sempatik hakimiyetini gerektirir. Kalp atış hızı artar, kaslar gerilir ve algılanan “dövüş veya kaç” durumuna yanıt olarak çeşitli biyo-kimyasal maddeler üretilir ve salınır. Otonomik sinir sistemi alarm durumunda olduğu zaman bundan her bir hücre ayrı ayrı etkilenir. Diğer bir deyişle, beden dengesiz bir duruma geçer. Bu dengesizlik, yüksek kan basıncı, endişe, dikkat noksanlığı ve bir sürü başka sorunun gelişmesinde bir etken olarak görülür.

Sempatik sinir sisteminin egemenliği uzun bir süre devam edecek olursa hücreler ve sistemler bitkin düşer ve işlevlerini uygun bir biçimde yerine getiremez olurlar. Beden içerisindeki dengeyi doğru bir biçimde sürdürmek bedeni sağlıklı ve dinç görünümlü tutar. Nefes almayı en uygun sıklıkta ve derinlikte dengelemek otonomik sinir sistemini dengeli bir duruma getirir. Nefes alma sıklığı sempatik sinir sistemini etkilerken, nefes derinliği de parasempatik sinir sistemini etkiler. Bir stres durumu söz konusu olduğunda, daha dengeli bir varlık durumuna gelmek için birkaç yavaş ve derin nefes alıp verebiliriz.

Diyafram hareketlerini gerektiren diyaframdan nefes alma, bedende mevcut oksijen seviyesini arttırır. Bu artmış oksijen seviyesi, her hücre içindeki enerji akışını düzenler ve bunun sonucu olarak da bedendeki tüm organlar olumlu yönde etkilenirler. Pek çok kişi enerjilerini yedikleri şeylerden aldıklarını düşünürler. Bu kısmen doğru olsa da oksijenin yaşamı devam ettirmek için besinleri yararlı enerjiye çevirme işleminde bir etken değildir. Aldığımız besinler bir oksidasyon işleminden geçer ve hücrelerin işlevselliğini sağlamak için salınan ATP (adenozin trifosfat) olarak adlandırılan molekül içinde depolanan enerjiye dönüştürülür. Böylece, yaşamı sürdürmek için solunum gerekir ve bu da bedendeki tüm hücreleri etkiler.

Sağlıklı olmakla nefes almanız arasında çok açık bir ilişki vardır. Buna ek olarak, nefes alma işleminizin niteliği çeşitli fiziksel ve duygusal durumlara göre değişiklik gösterir. Eğer endişeli iseniz, nefes alma işlemi hızlı, sığ ve hatta düzensiz bir duruma gelecektir. En son korkmuş olduğunuz zamanı anımsayın. Nefes almanız ne duruma gelmişti? Her ani bir tehdit algılandığında, çoğunuz normal nefes almanızın kesilmesini yaşamışsınızdır. Bir olay nefes almanızı etkileyebildiği gibi nefes almanızın bilinç denetimi de, nasıl olaylar yaşamınız etkiliyorsa öyle etkili olacaktır. Değişik gevşeme programlarına katılan kişilere yavaş ve derin nefes almaları söylenir. Bu teknikler hücrelere bol oksijen taşınmasını ve böylece sempatik ve parasempatik sinir sistemleri arasında bir denge kurulmasını sağlar.

İşte size C. Samuel West’in Altın Yedi Artı Bir (The Golden Seven Plus One) adlı kitabında derin nefes almanın yararları ile ilgili söylediklerinin bir özeti:

Derin nefes alma, kandaki proteinlerin lenfatik sistem yoluyla dolaşımını sağlar. Derin nefes alma glukozu enerjiye dönüştürmek için gerekli olan oksijenin alımına olanak sağlar. C. Samuel West, oksijenin en önemli besin olduğunu söyler.

Doktor West, akciğerlerin lenfatik dolaşım sistemi için bir emme pompası olarak işlev gördüğünü açıklar. Lenfatik dolaşım sistemi fibrinojenler, albuminler ve globulinler gibi hücre arası boşluklarda bulunan kan proteinlerinin taşınmasından sorumludur. Bu kan proteinlerinin, minik kan kılcal damarlarından sızdığı bilinmektedir. Kandaki proteinler bir kez kılcal damarlardan sızdı mı, hücreler arasında bunları tekrar kan dolaşımı içine sokacak yeterli basınç yoktur. Lenf sistemi, bu hücreler arasında hapsedilmiş proteinleri tek yönlü valfleri vasıtası ile boyun tabanındaki köprücük kemiği altı (subclavian) kanalı yolu ile lenf damarlarına çeker.

Eğer lenf işlevini etkin bir biçimde yerine getirmiyorsa, bu kan proteinleri hücreler arasında tutsak kalır ve oksijen metabolizmasını engellemeye başlar. Bu bir kez oluştu mu, tutsak kalmış kan proteinleri fazla sodyumu çekerek hücreden suyun dışarı alınmasına neden olur ve devamında da hücre çevresinde sodyum ve suyun artmasına neden olur. Bu durumda, hücre içinde oksijen eksikliği, sodyum ve potasyum dengesinin bozulmasına yolaçarak hücre seviyesinde enerji kaybı, hastalık ve ölüme neden olur. Doktor West, hücre seviyesindeki bu koşulların sancı, yangı, enfeksiyon ve hastalık koşullarını yarattığını söylemektedir. Gerçekten de, bu kan proteinleri lenfatik sistem tarafından toplanmazsa canlı bir gün içinde ölür. West’e göre, beş dakikalık derin diyafram solunumu ile beş dakikalık bir yürüyüşten daha fazla sağlıklı olunur. Lenfatik sistem kanı temizlemenin yanısıra bedendeki zararlı maddelerin ve atıkların atılmasından da sorumludur. Sancı, kanser, yangısal tepki ve genel hastalık durumlarından ise yeterli oksijenin olmaması sorumludur.

Eklem iltihabı, aşırı şişmanlık ve yüksek kan basıncı gibi diğer durumların hepsinin paylaştığı ortak nedensel etken, tutsak olmuş kan proteinleridir.

Bir de kan proteinlerinin birkaç saat içinde birisini nasıl öldürebileceği gerçeğini gösteren şok üzerine bir araştırma vardır. Birisi şoka girdiğinde kılcal kan damarları bedenin tamamında genişler. Bu, kan proteinlerinin serbest bırakılmasına ve dolaşım sisteminin çökmesine neden olur. Doktor shields tarafından hazırlanmış belgesel bir film, derin soluk almanın lenfatik sistemin dolaşım yeteneğini nasıl arttırdığı göstermektedir. Başka önemli tıp okullarında yapılmış araştırmalar uygun kimyasal dengenin sürdürüldüğü sürece ve metaboizma atık ürünlerinin temizlendiği sürece hücrelerin süresiz olarak canlı kalabileceğini ortaya çıkarmıştır. Bu, lenfatik sistemin etkili bir biçimde çalıştığı zaman neler yapabileceğinin bir göstergesidir.

Tıp ve Fizyoloji alanında Nobel Ödülü sahibi Dr. Otto Warburg, kanserin temel nedeninin normal hücrede oksijen solunumunun yerine şeker fermantasyonu geçirildiği zaman oluşacağını ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda sağlıklı hücrelerden oksijeni çıkardığınızda onların kanserli hücreler haline geldiklerini de bulmuştur. Oksijen soluma hücrelerin normal enerji gereksinimlerini karşılarken kanserli hücreler tam tersi olarak enerji gereksinimlerini öncelikle fermantasyon yoluyla karşılarlar. Kanser gelişiminin olduğu her durumda oksijen soluma ortadan kalkar, fermantasyon başlar ve hücre anaerobik duruma gelir. O zaman bu hücreler normal işlevlerini kaybedip sadece gelişme ve çoğalma özelliklerini muhafaza ederler.

Kanseri önlemek için Doktor Warburg’un önerileri şunlardır:

  • Toplardamardaki kanda hala yeteri kadar yüksek oranda oksijen bulunmasını sağlayacak ölçüde kan akışını devam ettirmek.
  • Kan içinde oksijen moleküllerinin taşıyıcısı olan hemoglobinin yüksek seviyede bulunmasını sağlamak
  • Eğer zaten kanser öncesi bir durum oluşmuşsa, besinlere etkin solunum enzimleri eklemek ve bunların miktarını arttırmak.

Doktor Warburg, eğer yukarıda söylenen yapılmış ve karsinojenler dışarı atılmışsa pek çok kanser vakasının önlenebileceğine inanmıştır. Günümüzde pek çok uzman, eğer karsinojenlere maruz kalmak ortadan kaldırabiliyorsa, bütün kanserlerin yaklaşık olarak %80 gibi bir oranda önlenebileceği konusunda hemfikirdir. Öyle görünüyor ki, eğer hücrelerin içine solunan oksijen uygun seviyelerde tutulabilirse kanser vakalarının geri kalan %20’lik kısmı da engellenebilecektir.

Dr. Warburg kanserin oksijen solunumunun fermentasyon ile yer değiştirmesi ile oluşmasının nedenini sorgulamıştır. Dr. Warburg yeryüzünde yaşamın, yeryüzü atmosferinde serbest oksijen gazı bulunmadığı zamanlarda da varolduğunu bilmektedir. Bu serbest oksijenin varlığından önce varolmuş yaşam formları enerjilerini fermantasyon yoluyla elde etmiş olmalıydılar. Bu döneme ait yaşam formlarını gösteren fosil kayıtları gerçekte, tek ve farklılaşmamış hücrelerle sınırlıdır. 1 Milyar yıl kadar önce serbest oksijen mevcut duruma gelince bitki ve hayvan krallıklarını meydana getirecek olan daha yüksek yaşam formları gelişmiştir. Kanser gerçekte, oldukça karmaşık hücrelerin farksızlaştığı tersine işleyen bir süreçtir. Kanser, günümüzde atmosferde serbest halde bulunan oksijenin hücresel seviyede yetersiz ölçüde bulunmasına bağlı olarak gelişmektedir. Böyle olunca, niçin oksijen farklılaşmanın ortaya çıkmasına neden oluyor ve niçin oksijen eksikliği tersine bir sürece neden oluyor? Bitkilerin, hayvanların ve insanın tek hücreli anaeroblardan gelişimi keşfettiğimiz en beklenmedik süreç. Bunun oluşumuna ne neden olmuş olabilir? Biz bunu şimdi Boltzmann’ın termodinamiğinden anlıyoruz; olası olmayan süreçler düzenli sıcaklığı olan bir gazda sıcaklık farkları üretmeye çalışmayı gerektirir. Oksijen solunumu bu çalışmayı sağlar. Solunum veya çalışma baskılandığı zaman farksızlaşma başlar. Termodinamiğin kavramları ile söylersek, farklılaşma çalışmaya bağlı zorlanmış sabit bir durumu temsil ederken, farksızlaşma ve kanserin gelişimi, çalışmayı gerektirmeyen bir denge durumudur.

Özet olarak, Oksijen solunumu (aerobik) fermantasyondan daha sık bozuluyorsa bu onun daha karmaşık bir süreç olmasından dolayıdır. Aerobik solunum bozulduğu zaman fermantasyon hemen onun yerini alır, çünkü her iki işlemin de nikotinamid olarak adlandırılan ortak bir hızlandırıcısı (katalizörü) vardır. Aerobik solunumun yerini hücrelerin enerji eksikliği nedeniyle öldüğü fermantasyon aldığı zaman Glycolysis (glikoz parçalanması) oluşur. Glikolisis basitçe, “fermantasyon yoluyla ölüm” ve anaerobiosis de “fermantasyon yoluyla yaşam” anlamına gelmektedir. Eğer fermantasyonun ürettiği enerji aerobik solunumun kaybettiği enerjiye eşitse, bu durumda anaerobiosis ortaya çıkabilir. Farksızlaşmış gelişimi ile kanser ve hücrelerin kopyalanması ortaya çıkar, çünkü fermantasyon değil sadece aerobik solunum hücrelerin yüksek seviyede farklılaşmasını ve bunun sürdürülmesini yaratabilir.

Derin nefes almanın sağlık üzerindeki önemine ilişkin daha pek çok bilgiler vardır. Yeni Nefes alma Bilimi adlı kitapta Stephen Eliot ve Dee Edmunson en uygun dengeleşim (homeostasis), kusursuz sempatik ve parasempatik denge ve tamlığı yaratan en uygun kalp atım hızı aralığı ve solunum üzerine düşüncelerini anlatmışlardır. HRV (Heart Rate Varability- Kalp Atım Hızı Aralığı) bir kişideki sağlık durumunun seviyesini gösterir. HRV, genlik, sıklık, kalp atış hızı ve kalbin ahengini dikkate alır. Eliot ve Edmunson nefes almanın gaz değişiminden daha ileri giden bir işlevsellik olduğunu açıklar. Onların sağlıklı olma kuramı otonom sinir sisteminin dengesine dayanır. Bu denge, ahenkli nefes alma olarak tanımlanan bir nefes alma biçimi tarafından yaratılır. Ahenk bir kez kuruldu mu bedendeki tüm sistemler birbiri ile daha etkili ve tutarlı bir biçimde iletişim kurabilirler. Bu biçimde soluk alma en uygun kalp atım hızı aralığını yaratır.

Eliot ve Edmunson aynı zamanda pek çok sağlık meselesinin sempatik sistemin baskın olmasından kaynaklandığını belirtmişlerdir. Bu makalede önceden söylendiği gibi sempatik sistemin egemen olması beden sistemlerinde yıpranma ve aşınmaya neden olur. Bereket versin ki, insanların bilinç ve iradelerini kullanabilme yetenekleri var da bedenlerini dengeli bir duruma getirebiliyorlar. Bunu yapmanın temel kuralı, derin nefes alma tekniklerini bilinçli bir biçimde uygulamaktır.

Swami Rama, Dr Rudolph Ballentine ve Dr. Alan Hymes Nefes Alma Bilimi (Science of Breathe) adlı kitapta birisinin fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlığını nasıl geliştirebileceğini anlatmışlardır. Özellikle, yazarlar en yüksek oksijen emilimi ve metabolizması için kılcal damarlardaki kanı havaya maruz bırakmak için fizyolojik olarak en etkili olduğu bulunan dik durma pozisyonunda (Bir Transformal Nefes alma seansı sırasında en tercih edilen pozisyondur) nasıl diyaframdan solukalınacağı üzerinde düşüncelerini paylaşmışlardır.

Diyaframdan nefes alma aynı zamanda göğüs boşluğundaki emme basıncını arttırır ve kanın toplardamarlar yolu ile kalbe dönüşünü düzenler.

Onların kitabı, belli bir kişinin ruh ve duygu durumunun nefes alma biçiminden nasıl belli olacağını açıklayarak çok önemli bir işi başarır. Çeşitli nefes alma modelleri ve bunlara eşlik eden duygusal durumlar ele alınmıştır. Birisinin burnundan nefes almasının kişini sağlığını nasıl etkilediğini ayrıntılı olarak ele almışlardır. Sol ve sağ bademcikler arasından geçen hava akımının eşitlenmesine yarayacak çeşitli teknikler konusunda düşünce paylaşımı yapılmıştır. Hava akımı bir kez dengelendi mi, bilincin daha üst seviyelerine ulaşmak olanaklı duruma gelecektir. Bu kitap, bilinçli nefes alma deneyiminden kişilerin yararlanması için pek çok neden sunmaktadır.

Oksijen, yaşamı destekleme yeteneği olan ve beden içinde iyileşmeye yardımcı olan çok şaşırtıcı bir element. Bilinçli nefes alma pratiği, mevcut oksijen seviyesinde artış sağlayarak bedeni denge durumuna getirmek ve onun uygun işlevselliğini sürdürmek için çok yararlı. Bu, oksijen değişiminin etkisini ve her fizyolojik sürecin tüm işlevselliğini arttırır.

İyileşme oksijen arasındaki ilişki daha pek çok uzman tarafından da araştırılmıştır. En basit biçimiyle ele alırsak, oksijen bedenin işlevselliği için ve yaşamın sürdürülebilmesi için en gerekli elementtir. Nefes alma engellendiği ve oksijen sınırlandığı zaman sağlık olumsuz yönde etkilenir. İşte dikkate alınması gereken bazı temel gerçekler:

  • Beden istirahat durumunda veya yorucu bir egzersiz yapılıyor olmasına bağlı olarak dakikada 236 mililitre ila 910 mililitre oksijene gereksinim duyar.
  • Oksijen, bedendeki temel elementlerden biridir.
  • Beyin, bedenin gereksinim duyduğu toplam oksijenin %20’sini gereksinir.
  • Her fizyolojik süreç için gerekli olan enerji için oksijen gerekir.
  • Oksijen, oksidasyon ve oksijenasyon yoluyla bedeni etkiler.
  • Oksidasyon, besinler enerjiye dönüştürülürken oluşur.
  • Oksijenasyon, kan oksijeni emerken oluşur.
(Visited 43 times, 1 visits today)