Dört Anlaşma – Don Miguel Ruiz

Bazen hayat kendimizle yapacağımız anlaşmalar kadar basittir. Yine çok sevdiğim bir kitabı paylaşmak istiyorum.

Sevgilerimle Işıl Gence

Şu anda gördüğünüz ve işittiğiniz her şey rüyadır. Şu anda rüya görüyorsunuz. Beyniniz uyanıkken rüya görüyorsunuz.

Kendinizle başka insanlarla, Tanrıyla, toplumla, anne babanızla, eşinizle, çocuklarınızla, yaşam rüyanızla binlerce anlaşma yaptınız. Ama bunların içindeki en önemli anlaşmalar, kendinizle yaptığınız anlaşmalardır. Bu anlaşmalarla kim olduğunuzu, ne hissettiğinizi, neye inandığınızı ve nasıl davrandığınızı belirlediniz. Sonuca kişiliğiniz diyorsunuz. Eğer yaşamımızı yöneten anlaşmalarımızın farkında olursak ve yaşam rüyamızdan hoşnut değilsek, anlaşmaları değiştirmemiz gerekir. Enerjimizi çalan korku temelli anlaşmaları değiştirmeye hazır olduğumuz noktada bize yardımcı olacak dört anlaşma vardır.

Dört anlaşmayı yapabilmek için çok güçlü bir iradeye sahip olmak gerekiyor. Ama bu anlaşmalar doğrultusunda yaşamaya başlayabilirseniz, hayatınızdaki dönüşüm şaşkınlık verici boyutlarda olacaktır.

Birinci Anlaşma: Sözünüzü Özenle Seçin

İlk anlaşma, dört anlaşmanın en önemlisidir ve aynı zamanda uyulması en zor olan anlaşmadır. Bu anlaşma kullandığınız sözcüklerde kusursuz olabilmenizdir. Söz öylesine güçlüdür ki, bir söz milyonlarca insanın yaşamını değiştirebilir ya da yok edebilir. Yıllarca önce Almanya’da bir adam sözü kullanarak, tüm ülke insanlarını manipüle etti. Sözün gücüyle tüm ülkeleri dünya savaşına soktu. Çok sayıda insanı korkunç boyutlarda şiddet kullanmaya ikna etti. Her insan bir büyücüdür. Sözlerimizle bir insana büyü yapabiliriz, onu büyüden kurtarabiliriz. Biz de fikrimizle, sözlerimizle insanlara sürekli büyü yapıyoruz. Ehlileştirme sürecinde ebeveynlerimiz ve kardeşlerimiz bizimle ilgili düşüncelerini pervasızca söylediler. Biz bu düşüncelere inandık ve bu düşüncelerle ilgili korkularla yaşadık. Bize yüzmede, sporda ya da yazmada iyi olmadığımız söylendiğinde bu sözlere inandık. Birisi bir kıza bakıp, “bu kız çirkin” derse, kız bu sözü duyar ve çirkin olduğuna inanır ve çirkin olduğu inancıyla büyür. Gerçekte ne kadar güzel olursa olsun, bu anlaşmayı yaptığı sürece çirkin olduğuna inanacaktır. Kız “çirkin” sözünün büyüsü altındadır. Kendinizle “sözlerinizi özenle seçeceğiniz” konusunda bir anlaşma yaparsanız, sadece bu niyette olmanız bile içinizde birikmiş olan duygusal zehirden arınmanız için yeterli olacaktır. Gerçek sizin ağzınızdan dile geldiğinde sizi arındırır ve özgürleştirir.

Fakat bu anlaşmayı yapmak çok zordur. Çünkü biz tam zıddı bir şekilde davranmayı öğrendik. Başkalarıyla iletişimde yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdik. Daha da önemlisi kendimizle olan iletişimde de yalan söylüyoruz. Kara büyünün en kötü şekli dedikodudur. Çünkü saf zehirdir. Dedikodu yapmayı da anlaşmayla öğrendik. Çocukluk yıllarında yetişkinlerin sürekli dedikodu yaptığına şahit olduk. Duygusal zehir, fikirlerle birlikte aktarılır ve biz bunun iletişimin normal yolu olduğuna inanarak büyüdük. Dedikoduyu iletişimin ana ekseni olarak kullandık, hatta birbirimize yakınlık hissetmenin aracı hâline getirdik. Olumsuz fikirleri kabul etmek, ancak olumsuz fikirlerin bulunduğu bir zihinde olabilir. Siz sözlerinizde saflığı ve gerçeği ifade ettiğiniz sürece, kara büyüden gelen sözler zihninizde yeşerecek ortam bulamaz. Böyle bir zihin sadece sevgiden gelen sözler için açık olur.

Sözlerinizi özenle seçerseniz, kendinizi iyi, mutlu ve huzurlu hissedersiniz.

İkinci Anlaşma: Kişisel Algılamayın

Etrafınızda olan biten hiç bir şeyi kişisel algılamayın. Sizi caddede gördüğümde, “hey sen aptalsın” dersem bu sizinle değil, benimle ilgilidir. Eğer bunu kişisel algılarsanız, aptal olduğunuza bile inanabilirsiniz. Sizin benimle ilgili düşündüklerinizin benim için bir önemi yoktur. Sizin düşüncelerinizi ben kişisel algılamam. İnsanlar bana “Miguel sen iyisin” dediklerinde de kişisel algılamam, “kötüsün” dediklerinde de. Siz mutluyken bana “Miguel sen bir meleksin” diyeceğinizi bilirim. Ama kızgın olduğunuzda bana “sen şeytanın tekisin” dersiniz. Her iki halde de söyledikleriniz beni etkilemez. Çünkü ben ne olduğumu biliyorum. Kabul görmek, onaylanmak gibi bir ihtiyacım yok. Hiçbir şeyi kişisel algılamıyorum. Sizin bakış açınız sizin dünyanızı yansıtır. Siz kendinizle uğraşırsınız, benimle değil. İnanç sisteminiz doğrultusunda oluşturduğunuz fikirleriniz daima kendinizle ilgilidir, benimle değil. Bana “Miguel, söylediklerin beni incitiyor” diyebilirsiniz. Ama sizi inciten benim söylediklerim değildir. Söylediklerim sizin yaralarınıza dokunduğu için siz kendinizi incitirsiniz. Sizi incitmiş olduğumu da kişisel algılamam. Bu size inanmadığımdan ya da güvenmediğimden değil, sizin dünyayı farklı gözlerle, kendi gözlerinizle gördüğünüzü bildiğim içindir. Filmin tümünü zihninizde yaratan sizsiniz.

Hiçbir şeyi kişisel algılamamayı alışkanlık hâline getirdiğinizde, birçok ızdıraptan kaçınmanız da mümkün olur. Kızgınlık, kıskançlık, fesat gibi duygularınız yok olur, üzüntüleriniz bile kaybolur. Bu anlaşmaya uyduğunuzda, yüreğinizi tümüyle açarak dünyayı dolaşsanız bile kimse size zarar veremez. O zaman alay edilme ve reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye “seni seviyorum” diyebilirsiniz. Daima yüreğinizin götürdüğü yere doğru gitmeyi seçebilirsiniz. O zaman cehennemin ortasında bile iç huzuru ve mutluluğu hissedebilirsiniz.

Üçüncü Anlaşma: Varsayımda Bulunmayın

Her şeyle ilgili varsayımlarda bulunma eğilimimiz vardır. Varsayımda bulunmanın kötü tarafı o varsayıma inanmamızdır. Onun gerçek olduğuna yemin edebiliriz. Başkalarının ne düşündüğü ve ne yaptığına dair varsayımlarda bulunuruz. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki gösteririz. Yaşamımızdaki üzüntülerin ve dramların kaynağında kişisel algılamak ve varsayımda bulunmak vardır. Bu sözün gerçekliği üzerinde bir an düşünün. İnsan zihninin çalışması ilginçtir. Kendimizi güvende hissedebilmek için her şeye bir anlam vermeye, açıklamaya, anlamaya ve anladığımız şey konusunda haklı çıkmaya ihtiyaç duyarız. Zihnimizde yanıt bekleyen milyonlarca soru vardır. Yanıtın doğru olması önemli değildir; yanıtın kendisi kendimizi güvende hissedebilmek için yeterlidir. İşte bu yüzden varsayımlarda bulunuruz. Biri bize bir şey söylediğinde varsayımda bulunuruz. Bir şey söylemediğinde de varsayımda bulunuruz. Çünkü bilme ihtiyacımızı ancak böyle doyuma ulaştırırız. Risklerden korunmak adına iletişim kurmaktan kaçınırız. Anlamadığımız bir konuda her türlü varsayımda bulunuruz. Çünkü soru sorma cesaretine sahip değiliz.

Herkesin, hayatı bizim gibi algıladığını varsayarız. Başkalarının bizim gibi düşündüğünü, hissettiğini, yargıladığını ve sömürdüğünü varsayarız. İnsanların en büyük varsayımı budur. İşte bu yüzden başkalarının yanında kendimiz olmaktan korkarız. Çünkü herkesin bizi yargılayacağını, suçlayacağını, kullanacağını ve sömüreceğini varsayarız. Tıpkı kendimizin yaptığı gibi. Bu yüzden başkalarına bizi reddetme şansı vermeden biz kendimizi reddederiz. Başkalarının bize yapacağı şeyi bizim kendimize yapmamız daha güvenlidir.

Kendinizi varsayımdan kurtarmanın yolu soru sormaktan geçiyor. İletişimin açık olmasına özen gösterin. Anlamadığınız bir şeyi sorun. Konu zihninizde netleşinceye kadar soru sorma cesaretini gösterin. O zaman bile bir durumla ilgili her şeyi bildiğinizi varsaymayın. Yanıtları aldığınızda bile gerçeği bildiğinizi varsaymayın.

Dördüncü Anlaşma: Elinizden Gelenin En İyisini Yapın

Kalitesi nasıl olursa olsun daima en iyisini yapmaya özen gösterin. Ne daha fazla ne daha az. Elinizden gelenin en iyisinden daha fazlasını yapmak için kendinizi zorladığınızda gerekenden fazla enerji sarf edeceğiniz için yaptığınız da yeterli olmayacaktır. Kendinizi fazla zorladığınızda bedeniniz yorgun düşeceği için kendinize iyilik yapmış olmazsınız. Çünkü bu amacınızı gerçekleştirmeyi geciktirir.

En iyisinden daha azını yaptığınızda ise kendinizi yargılarsınız, suçluluk, pişmanlık duyarsınız. Kendinize saygı duymakta zorlanırsınız.

Yorgun ve hasta olmanız önemli değildir. Eğer elinizden gelenin en iyisini yaparsanız kendinizi yargılamanız için mazeretiniz olmaz. Böylece suçluluk duygusu ve kendinizi cezalandırma gibi düşüncelere kapılmazsınız. Yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızda, içimizdeki yargıca sizi suçlaması için imkân tanımamış olursunuz. Yargıç sizi yargılamaya kalktığında savunmanız hazırdır: “Elimden gelenin en iyisini yaptım.” Bunu rahatça söyleyebilirsiniz. Çünkü içinizde hiç bir “keşke”, hiç bir pişmanlık yoktur. Bu yüzden en iyisini yapmak önemlidir. Bu kolay bir anlaşma değildir, ama sizi gerçekten özgür kılacak anlaşmadır.

“Aksiyon, hareketlilik” dolu dolu yaşamaktır. Aksiyonsuzluk yaşamı yadsımanın bir yoludur. Hareketsizlik yıllar boyu her gün televizyonun karşısında oturmaktır. Çünkü canlı olmaktan ve kim olduğunuzu ifade etmek için risk almaktan korkarsınız.

Sözlerinizde özenli olduğunuzda, hiç bir şeyi kişisel algılamadığınızda, varsayımda bulunmadığınızda ve elinizden gelenin en iyisini yaptığınızda harika bir yaşamınız olacaktır. Yaşamınızın kontrolü yüzde yüz sizin elinizde, sizin yönetiminizde olacaktır.

Dört anlaşma dönüşüm ustalığının özetidir. Tolteklerin ustalıklarından biridir. Bu, cehennemi cennete dönüştürme ustalığıdır. Toplumsal kâbusu, bireysel cennet rüyasına çevirme ustalığıdır.

Dört anlaşmayı yaşama geçirdiğinizde cehennemde yaşamanız olanaksızdır.  OLANAKSIZ…

Don Miguel Ruiz

(Visited 10 times, 1 visits today)